IŞIK SAATİNİ KULLANMA TEKNİKLERİ - 2 -
3) Gölge Kullanımı: "Gölge" varlıktır... Var olandır en azından... Işığın ortaya çıkarttığı "ruh"tur gölge. O lekenin ruhu...
Zordur o nedenle onun "iz"ini sürmek. Çoğu zaman başaramayız. Yolunda bulunuruz, takip ederiz ama her zaman başarılı olamayız o sureti, yani ruhu, kayıt etmek sevdasında.
Bazen de onu kayıt ederiz de, fotoğraf oluşmamıştır. Olsun isteriz ama yoktur fotoğraf... Gölge vardır, güzeldir, formuyla bizi büyüler, ama o gölgenin çeperinde "fotoğraf" yoktur. En azından o an yoktur. İnat eder bekleriz. Sabır her fotoğrafın hamuru... Ama gelmez. Fotoğraf gelmez. Gölge yavaş yavaş çözülür gözlerimizin önünde, değişir, bozulur, ama fotoğraf çıkmaz karşımıza... Üzülürüz. Sadece gölgeyi fotoğraflarız "can havliyle" ama yetmez. İşte size bir örnek:
FOTO 01 : Surların üzerine düşen bir çan kulesi gölgesi fotoğrafı... Fotoğrafı diyorum ama ... Denemesi diyelim ... Çekilen açı itibariyle yol da dahil edilmişse, yol'a dair başka bir anlatım bekliyoruz değil mi? Yani "punctum" eksik. Burada surlar ve üzerindeki bu gölge ancak "studium" olabilir. Ama bir fotoğraftan bahsedeceksek, bu studium kullanılmalı ve fotoğrafı izleyene sunulacak bir sürpriz punctum oluşmadan bu kare çekilmemeli. Beklemedim mi? Bekledim. Olmadı. Hatta buluşma noktasına geç gittim, beni bekleyen öğrencilerimi beklettim. O köşeye oturdum ve bekledim. Taa ki bu gölgenin formu bozulana dek. Ne oldu? Olmadı :))
FOTO 02 : Yolun karşısına, kilisenin duvarına dayandım. Tam karşıdan en azından sadece çan kulesi ve surlar anlatımında bir kare oluşturmak istedim. Tam karşısında duramadım, ağaç ve direk vardı. Biraz yandan bakmak zorunda kaldım. Bu oldu mu? Sayılmaz. Gördüğünüz gibi aslında foto 01 de ki açıdan baktığımızda gölge daha iyi bir form sunuyor bize. Karşısına geçtiğinizde gölge büzülüyor adeta, formu sıkıntıya giriyor.
Her zaman olmaz... Aslında çoğu zaman olmaz ... Fotoğrafın güzel yanı da bu, nadiren olur... Biriciktir. Nadirdir. Sık olmaz... Aşk gibidir. Bulmak zordur, ama bulduğunda onu yüceltmek daha da zordur...
"Önümüzdeki maçlara bakacağız, lig uzun..." türünden bir futbolcu edasıyla konumuza devam edelim.
Demek ki sadece güzel bir gölge formu keşfetmek, devamında iyi bir fotoğraf üretebileceğimiz anlamına gelmez. Belki bir sıfır galip başlarız , ama maç doksan dakikadır. Önemli olan bitiş düdüğü çaldığında fotoğrafı elde edip edemeyeceğimizdir. Bu da "sabır" ve "emek" ister ...
FOTO 03 : Böyle tabiri caizse "klişe" kareler düşer önünüze zaman zaman. Deklanşöre basarız. Fotoğraf olur mu? Olmaz... Kenarda durur, belki bir slayt gösterisinde kullanılır, belki de bir layer olarak kompozit bir fotoğraf yaratırken kullanırız. Çekmekte fayda vardır. En azından gölge ile olan serüvenimizde "ben senin farkındayım ey gölge" mesajını kendimize vermemizi sağlar ...
Platon; "İdealar Kuramı" çerçevesinde görünüşle gerçeklik arasındaki farkı göstermek için ünlü mağara benzetmesini kullanır bildiğiniz gibi. Kısaca özetlersek;
" İnsanlar bir mağarada zincirlenmişlerdir. Yalnızca mağara duvarına vuran gölgeleri görür ve bunları gerçek sanırlar.
Aralarından biri zincirlerinden kurtulmayı başarır. Mağaranın dışına çıkıp gerçek dünyayı görür.
Geri döndüğünde, ışıktan gözleri kamaştığı için, eskisinden daha aptal gözükmektedir."
Sert bir versiyon bu , bu kuramın özüne inmeye çalışan... Neyse konumuz o değil, ama bizim de tam tersine devamlı ışıkta yaşamaktan sanırım gölgeleri unutma gibi bir durumumuz var. Sadece fotoğrafçılar "özen" gösterir gölgelere. Sokaktaki normal insan umursamaz, önemsemez onları. Ama fotoğrafta var edebildiğimizde, gölgeler gerçeklerinden daha fazla melodi yayarlar kadraja bence ...
Platon'un en önemli sorusu olan bilgi nedir? sorusuna yaklaşımı ile bitirelim bu "felsefi" muhabbeti:
" Bilgi duyu algısı mıdır?
Hayır.- yalnızca duyulara ( yani görünümlere ) dayanmak, Protagoras'tan öteye gidememek demekti . )
Bilgi bütünüyle zihinsel midir?
Hayır.- çünkü öyle olsaydı hata yapmak mümkün olmazdı.
Öyleyse bilgi, bütünsel bir duyunun ( yani ruh ya da zihnin ) rehberliğinde, algılayanla algılanan arasındaki bir etkileşimdi. Kimlik, farklılık, varoluş, ve sayı gibi şeyleri kavrayan ruhtu."
FOTO 04 : Birgi. Aydınoğlu Mehmet Bey Camii. Anadolu beylikleri döneminden kalma önemli bir mimari yapı. Skylife da Kasım 2010 sayısında yayınlanan "Ege'nin kalbinde bir mimari hazine : Birgi Evleri " adlı yazının fotoğraflarını ben çektim. Bu geziden evvel gittiğim editoryal ( ne hoş bir sözcük ) toplantıda caminin inşaasında kullanılan o aslan heykeli ile ilgili muhakkak bir kare getirmem istenmişti. Gezimin son gününde, muhteşem bir sabah ışığı yakaladım, adeta camiye can veren bir ışıktı. Bakın ne oldu, uzaktaki bir çatının üzerindeki baca bana keyifli bir gölge yarattı. Burada genel durumu görün diye koyuyorum bu kareyi. Ama o aslan heykeli üzerine çalıştığım kare şöyleydi aslında:
FOTO 05 : Olmuş mu?... Olmamış... Bir evvelki gün öğle ışığında çekildi. "Can havliyle" çekildi. Neden? çünkü çekmek zorundasın, ertesi sabah sana sabah ışığının nasıl bir sürpriz yapacağını bilmiyorsun. Sabah ışığı olacağından bile emin değilsin. Hava parçalı bulutlu her an kapanabilir, ertesi sabah "keyifli" bir yağmurla uyanabilirsin.. O nedenle, çek, at torbaya... Ama değil, istediğim, aradığım bu değil... Tamam, aslan, tamam bina yüzeyi.. Ama değil... Ya? :
FOTO 06 : Aydınoğlu Mehmet Bey camii ana yapıda kullanılan Aslan heykeli. Pek sık olan bir durum değil. Bir cami ana yapısında bir aslan heykeli. Bunu anlatmaksa amaç, hızlıca bir kare ile geçiştirilebilir. Ama sabah ışığının size sunacağı bu "gölge sürprizi" sanırım ikramiye olur...
İşte bu nedenle, "yatay ışık" , "yatay ışık" deyip duruyoruz. Gölgeleri de muhteşem formlara sokabilen bir ilahi sanatçıdır yatay ışık. Uzayan gölgeler bazen kendi gerçekteki suret formlarından bile keyifli haller alırlar... Önemli olan "farkında olabilmek". Gölge için ışığa bakabilmek...
4) Parçalı ışık ve parçalı gölge: Parçalı ışık çoğu zaman bize sıkıntı yaratan bir durumdur. Ne ışığı işe yarar, ne gölgesi. Parçalı ışık doğal olarak beraberinde parçalı gölgeyi de getirir:
FOTO 07 : Aydınoğlu Mehmet Bey camisi'nin yer seviyesindeki bir penceresi. İlginç bir cami aslında. Çoğu camiye yukarı doğru merdivenlerden çıkarak , en azından birkaç basamak yukarıda, girersiniz. Oysa Aydınoğlu Mehmet Bey Camii bu konuda da "aykırılık" gösteriyor. Çünkü camiye aşağı doğru bir merdivenden inerek geçiyorsunuz. Bu nedenle pencereleri de yer seviyesinde. Bu camiyi tam olarak anlatabilmek adına önemli bir ayrıntı . Bu yer seviyesindeki pencereleri de fotoğraflamak bu gerçekliğin farkında olan biz fotoğrafçılara düşüyor. Da, bu ışıkta değil elbette :) Parçalı ışık ve gölge işimizi bozuyor değil mi?.
FOTO 08 : Bu daha keyifli değil mi? Uzakta olan bir ağacın, hatta sanırım cami duvarının bile ötesindeydi ağaç gövdesi, gölgesini denge unsuru olarak kullanmak... Hem yer seviyesindeki pencere sistemini anlatıyor hem de sabah ışığının bize sunduğu uzun ağaç gövdesini, adeta ağacın ruhunu, kadraja dahil ediyoruz.
Bu nedenle parçalı ışığı çoğu zaman tercih etmeyiz. Gölgenin formunu yakalamamıza katkı sağlamaz parçalı ışık. Adeta mızıkçıdır, kandırır bizi. Birşey sunuyormuş gibi yapar ama aslında sunmaz. O nedenle genelde parçalı ışık ve paramparçalı gölgeye ( Teoman'ın şarkısı gibi oldu :) ) çok önemm vermeyiz.
Benim Temel fotoğraf eğitimi Işık sunumum Hegel'in şu satırları ile başlar:
“ Bir şey ancak belirli aydınlıkta veya belirli karanlıkta ayırt edilebilir.
(Işık karanlıkta ayırt edilir , ki bu karartılmış ışıktır, ve karanlık da ışıkta ayırt edilir, ki bu da aydınlatılmış karanlıktır.)
Bu nedenle, karartılmış ışık, ve aydınlatılmış karanlık ancak birbirinin içindedir ve önemleri farklılıklarıdır; öyleyse, bunlar ayırt edilebilir varlıklardır. " HEGEL ...
Işık ve ışıksızlık... Var olan iki önemli Hal... Bu iki önemli Hal'in de farkında olmalıyız. Işıksızlığı da ayırt edebilmeli, zaman zaman bize ışık ile beraber sunacağı fotoğrafı aramalıyız.
Kolay mı? ... Değil...
Her zaman istediğimiz gibi olur mu?... Olmaz...
Bize nazlanır mı?... Nazlanır...
Ama bu değil midir "biricik" olma hali? Bu değil midir fotoğrafın nadir olma hali ? Hatta aşkın ? :)))
Bir yolculuktayız. Arıyoruz. Bulabildik mi? Hayır ... Bulabilecek miyiz? Muhtemelen hayır ... Ama aramaya devam...
"Ne güzel arayanlar" olabilmek ümidiyle...
Saygılarımla
Hakan Hatay
17/06/2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder