22 Eylül 2011 Perşembe

KOCA SİNAN'IN IZLERİ_04_ŞEHZADE MEHMET KÜLLİYESİ









Şehzade Mehmet Külliyesi
(Şehzadebaşı-Eminönü, 1543-1548)

Otobüsten bisiklet satıcılarıyla ünlü Haşim İşcan Geçidi durağında inmek gerekiyor. Altgeçitten yukarı çıkıldığında külliye tüm heybetiyle sizi karşılar.

Şehzade Mehmet Külliyesi’nin olağandışı zengin süsleme programı çoğu araştırmacı tarafından Kanuni Sultan Süleyman’ın en sevdiği şehzadesi Mehmet için genç yaşta ani ölümünün ardından yapılmış olmasına bağlanır. 

Gerçekten de Mimar Sinan’ın “çıraklık eserim” dediği külliye bir sultan külliyesi kadar ihtişamlıdır. Cami, medrese ve sıbyan mektebi dışındaki yapılar ziyarete kapalıdır. Ziyarete kapalı olan yapılardan da sadece Şehzade Mehmet ve Rüstem Paşa türbeleri özgün işlevleriyle kullanılıyor. Diğerleri (imaret, tabhane, kervansaray) boş ve bakımsız durumda. Caminin sade ama görkemli strüktürü Osmanlı mimarisinde eşine az rastlanır çok ince bir bezeme programıyla süslenmiştir. Caminin güneybatı cephesine bakan medresenin sadece üç yüzü medrese odalarıyla çevrilerek klasik dikdörtgen planlı medrese anlayışın dışına çıkılmıştır. Medresenin ortasında bulunan şadırvan ilginç biçimde oranları ve biçimiyle bir Anadolu kümbetini andırır. Şehzade Mehmet’in kendi adına yapılmış caminin haziresindeki türbesi İstanbul’un en güzel mezar yapılarındandır. Camide olduğu gibi türbede de zengin süslemeler tüm dış cepheye hakimdir. Türbenin iç yüzeyleri yeşil ve mavi renklerin hakim olduğu “cuerda seca” (yanık iplik) tarzı çinilerle kaplanmıştır. Kanuni’nin genç yaşta sultan olamadan ölen şehzadesinin tabutu üzerine koydurttuğu sembolik taht türbe içindeki ilginç bir ayrıntı. Rüstem Paşa’nın türbesi de, sıra dışı biçimde karısının kardeşi olan Şehzade Mehmet’in adına yapılmış külliyenin haziresine inşa edilmiştir. Türbenin içi kubbe hizasına kadar mavi, mor, yeşil ve firuze renkli çinilerle kaplıdır.

(ÇEKÜL VAKFI'NIN HAZIRLADIĞI  "MİMAR SİNAN ESERLERİ İSTANBUL GEZİ HARİTASI" ÇALIŞMASINDAN)



Başka bir Sinan Şaheseri..  Yaz döneminde akşam ışığı caminin ana giriş kapısını adeta akşam ışığı ile paklıyor. Devam eden restorasyon çalışması nedeniyle dış cephenin fotoğraflanması konusunda sıkıntılar var. Ancak çok yakın bir zamanda restorasyon bitince çok güzel kareler elde edilebilecek gibi gözüküyor.




Restorasyon nedeniyle alt kısmı alamasak da, biraz üstten başlayan bir genel kare:



İç mekan ise yine Sina Usta'nın izlerini taşıyor:


Çini süslemesi yok. Zaten daha bir "çıraklık eseri" ile karşı karşıyayız. Ama daha çıraklık döneminden Usta'lık dönemlerinin sinyallerini alabiliyoruz bu şaheser yapıya bakınca.







Kubbeler:






HAKAN HATAY
22/09/2011

14 Eylül 2011 Çarşamba

KOCA SİNAN'IN İZLERİ_03_SOKULLU MEHMET PAŞA KULLIYESI




" Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi
    (Kadırga-Eminönü, 1571-1572)

Tramvay kullanarak Sultanahmet durağında inilmeli. Atmeydanı’ndan Kadırga yönüne doğru devam edin. Külliye, Marmara Üniversitesi Rektörlük Binası’nın arkasında kalıyor. Külliye, içindeki yapıların özenli mimarisiyle olduğu kadar, bütün halinde eğimli yamaca uyumlu konumlandırılmasıyla da tanınır. 

Cami, pek çok yazar tarafından Sinan’ın sadrazamlar için inşa ettiği küçük boyutlu camiler içinde en güzeli olarak betimlenir. Ününü göz alıcı İznik çinileriyle berraklaşan, dengeli ve aydınlık iç mekânına borçludur. İstanbul’daki ancak birkaç camide bulunan Hacerülesvet taşının Kâbe’den getirilmiş küçük parçalarından üçü buradadır. 

Medrese, eğimli arazi nedeniyle iki katlı olarak tasarlanmıştır. Sokağa bakan alt katta şu an kullanılmayan dükkânlar yer almaktadır. Kuran kursu olarak kullanılan yapının revakları alüminyum doğrama ve cam ile kapatılmıştır. Mimar Sinan İstanbul’da yaptığı az sayıdaki tekkeden biri külliye içindedir. İç avlusunun üstü son dönemlerde metal bir konstrüksiyonla kapatılmıştır."

(ÇEKÜL VAKFI'NIN HAZIRLADIĞI  "MİMAR SİNAN ESERLERİ İSTANBUL GEZİ HARİTASI" ÇALIŞMASINDAN)

Bir başka çini harikası Sinan eseri Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi.. Koca Sinan'ın içini çinilerle bezediği bir diğer muhteşem eseri. Caminin şadırvanı ile avlusu öğleden sonra ışık almaya başlıyor. Akşam ışığında ise Sinan'ın muhteşem kubbe kompozisyonu şadırvanın tam merkezi yerleşimi ile çok keyifli bir simetri sunuyor.




Alt kapıdan, adeta bir karanlık tünelden ışığın yıkadığı bir kompozisyona çıkıyorsunuz. Nice büyük fotoğraf üstadının tadı damaklarımızda kalan nice güzel fotoğrafı vardır bu kompozisyonu fon olarak kullanan.



Biraz da iç mekana bakalım mı?


Çiniler göz kamaştırıcı... İçerde bir "şölen" havası hissediyorsunuz.


Rüstem Paşa'ya nazire olsun diye mi Sokullu Mehmet Paşa bu denli içi çini işçiliğiyle kaplı bir cami inşaası istedi acaba diye düşünüyor insan?  Ya da Rüstem Paşa camisinin ünü çok yayıldı da, Sinan orada kullandığı bu çini sanatını burada da uyguladı?


Mihrap'ın çini fonu ile birlikteliği muhteşem. Renk kontrastı olmasına rağmen adeta çini işçiliği içinde eriyip mavinin büyüsü içinde göğe yükseliyor. Rüstem Paşa'da mihrabın içi de çinilerle kaplanmıştı. Oysa Sokullu 'da mihrabı ayrıca mermerden planlıyor, onun içine çini işçiliğini katmıyor. Çinileri fon olarak mihrabın arkasında kullanıyor. Bence mihrabın ruhunu bu tarz daha öne çıkartıyor.  Rüstem Paşa'da Mihrabın iç yapısında çinilerin kullanılması sanki onun ruhunu biraz zedeliyor da , burada bunun farkına varıp çini işçiliğini ayrıca, arka fonda kullanıyor. Mihrabın "ilgi merkezi" olarak çinilerin içinde farkedilmez olmasını böylece önlüyor.

Ama Sokullu'da başka bir şey deniyor: Bu kez Rüstem Paşa'da Minberin üst kısmında denemediği çini işçiliğini Sokullu'da devreye sokuyor:


Adeta Mihrap'ta ulaştığı "sade" liği Minberin çini ile birlikteliği sayesinde dengelemiş oluyor:









Vitraylar da ilgimizi çekiyor elbette.



Kemer'lerin üstlerindeki işçilik harika.



Ve elbette Kubbeler...



İçerideki bu büyülü atmosferden kurtulmak neredeyse imkansız. İçerde birkaç gün kalmak, her bir köşenin, her bir detayın fotoğrafını çekmek istiyorum. Ancak yaklaşık 3 saatlik çalışma sürecimi cami hocasının "yeter artık gayri" uyarısıyla kesmek ve dışarı çıkmak zorunda kalıyorum.

Dışarda beni bambaşka bir sürpriz bekliyor. Akşam ışığının o "ilahi" nefesi bu Sinan şaheserini bize üflemeye devam ediyor:


Dış mekandaki çini işçiliği akşam ışığının lezzeti ile birleşince ortaya başka bir sunum çıkıyor sanki.



Bize çok uzak değil. Kadırga'da... Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi... Gezin, görün, mümkünse fotoğraflayın derim.

Sinan Usta'nın ruhuna ... Saygıyla ...

Hakan Hatay
14/09/2011



12 Eylül 2011 Pazartesi

KOCA SİNAN'IN İZLERİ_02_RÜSTEM PAŞA CAMİİ

Koca Sinan'ın izlerini takibe devam ediyoruz.



Önünden bir çok kez geçtiğimiz, aslında hep gördüğümüz ama açıkçası pek "umursamadığımız" Rüstem Paşa Camii'nden bahsedelim istiyorum ikinci yazımızda...

Hani Muhteşem Süleymaniye'nin boğaza bakan kıyısında yerleşmiş, adeta "büyük abi " Süleymaniye'ye "-ben seninle boy ölçüşemem" dercesine gıpta ile bakan ama diğer yandan da iç mekanındaki muhteşem işçilikle aslında derinden bir çeşit yarışma içinde yer alan bir Sinan eseri bu cami.


Turyol'un Eminönü motor iskelesinde iner inmez sizleri kucaklıyor Rüstem Paşa. Ama etraftaki bina , dükkan vs gibi kalabalık içine öyle bir gömülmüş ki onu farkedebilmek biraz zaman alıyor sanki.


Süleymaniye'nin izdüşümünde desek sanırım hata etmeyiz... Etraftaki direkler, öylesine sizi tek bir noktaya itiyor ki, neredeyse tüm fotoğrafçıların kareleri aynı deklanşörden çıkmışçasına aynı kadraja kilitleniyor...


Öncelikle boğaza bakan bu ön cephesini yaz döneminde sabah ışığında fotoğraflayabilirsiniz. Aynı Süleymaniye'de olduğu gibi saat sabah gün doğumunun ardından başlayan ön cephedeki aydınlanma özellikle saat 07:00 -08:00 saatleri arası yeterli bir hal alıyor. Bu saatlerde gökyüzünün de keyifli bir maviye ulaşması ve olası sabah sisinin ve pusunun dağılmasıyla kadraj güzel ışıklandırılmış duruma ulaşıyor. Ancak saat 10:00 dan sonra çok yükselen ve sertleşen ışık nedeniyle yavaş yavaş bu cephede fotoğraf bitiyor. Eğer bu saatleri kaçırdıysanız yapacak tek şey, biraz daha bekleyip öğleden sonra ilerleyen saatlerde Süleymaniye için silüet çalışmak.



Gelin biraz da bu dışı mütevazi ama içinde muhteşem çinilerin seyir keyfi sunduğu Rüstem Paşa'ya biraz daha yakından bakalım. Öncelikle pek çok turistlik alanda yer alan camide olduğu gibi güvenlik "izin kağıdınız" olmadan hem avlu içinde hem de içeride fotoğraf çekmenize ( tripod ile elbette ) izin vermiyor. Bu nedenle içerde iyi kareler oluşturabilmeniz için az ışık nedeniyle sehpaya, sehpa için de izine ihtiyacınız var.


Caminin içi çinilerin mavisi ve halıların kırmızısı ile bizlere adeta bir renk cümbüşü sunuyor.


Mihrap'ın çiniler ile bezenmiş muhteşem yüzeyi, Minber'in taş işlemesi ile birleştiğinde göz alıcı bir cephe sunuyor bizlere.


Bazı bölümlerde ışık öylesine az ki, aydınlık odada fotoğrafları işlerken fotoğrafları oldukça zorlamak mecburiyetinde kalıyorsunuz.


Gelin Çekül'ün Sinan'a Saygı haritasında çıkacak Rüstem Paşa Camii bölümüne bir göz atalım bu arada;


"Rüstem Paşa Camii
(Tahtakale, Eminönü, 1561-1562)

Eminönü Meydanı’ndadır. İç mekanını kaplayan eşsiz İznik çinileri nedeniyle Sinan’ın en ünlü yapılarındandır. Camideki çinilerin zenginliği ve çeşitliliği içinde kendinizi ışıl ışıl bir 16. yüzyıl çini müzesi içinde hissedersiniz. Sinan’ın çinilerle bezenmiş bu aydınlık mekânla, ona tezat Tahtakale’nin kalabalık ve keşmekeş sokakları arasında yarattığı geçiş olağanüstü bir mimari deneyimdir. Paraya düşkünlüğü, kurnazlığı ve sofuluğu ile ünlü Rüstem Paşa, halk ve yeniçeriler arasında pek sevilmeyen bir kişilikti. Eşi Mihrimah Sultan’ın Tahtakale’de adına yaptırdığı camiye dönemin hiçbir şairinin kitabe yazmamış olması, sofuluğundan dolayı müziğe ve şiire soğuk bakmasından kaynaklanıyordu. Cami, tarihi boyunca gördüğü depremler ve ardından gelen onarımlar yüzünden, özellikle üst örtü sistemi özgünlüğünü yitirmiştir. Ama çinileri, mimari kurgusu ve taş mimari ayrıntıları ile 16. yüzyıl dönemini yansıtmaktadır."







Mekanda yapay ışıklandırma neredeyse yok gibi. Olan ışıklandırmayı da açtırabilmek pek olası değil. Sadece dışarından içeri süzülen güneş ışığı; çinilerdeki yansıma ile içerde bir doğal aydınlatma oluşuturuyor. Bu nedenle sehpa olmadan elde sıkıntısız karelere ulaşabilmek olanaksız gibi. Yüksek ISO da sizi çoğu yerde kurtarmaz diye düşünüyorum. En azından "baskı" kalitesinde fotolar üretmek istiyorsanız eninde sonunda tripoda muhtaçsınız.


Caminin tüm iç mekanı çinilerle kaplı adeta...


Mihrap muhteşem:



Minber harika:




Çiniler gerçekten muhteşem... Minber ve Mihrabın çinilerin fonunda oluşturdukları birliktelik görmeye değer.





Elbette Kubbeler... Kubelerin üstadı Sinan'ın bir camiine girdiğinizde, onun kubbelerine ilgi göstermemek olası mı?



Ve çini kaplı yazılardan bir detay...








Ya ahşaplardaki muhteşem işçilik? Motiflere inanamazsınız...



Evet dostlar... Eminönünde iki büyük caminin gölgesinde kalmış bu dışı küçük ama içi çok zengin camiyi , yani Rüstem Paşa Camii'ni muhakkak ziyaret etmelisiniz bence... 

Sinan Usta'ya selam olsun...

Saygılarımla

Hakan Hatay
12/09/2011




  

9 Eylül 2011 Cuma

KOCA SINAN'IN İZLERİ _ 01 _ SÜLEYMANİYE

Yeni bir dizi ile beraberiz.

Sinan... Koca Sinan ... O'nun İstanbul'u ... Bize bıraktığı muhteşem miras ...



Çekül Vakfı'nın uzunca bir süredir sürdürdüğü "Sinan'a Saygı" projesine ben de kendi adıma saygı duyuyorum. Bu önemli Cihan Mimar'ını araştırmak, öğrenmek, ve fotoğraflamak ne büyük bir onur ve mutluluk.

Ona layık fotoğraflar çekebilecek miyim bilemiyorum ama inanın elimden gelen tüm gayreti göstereceğim. Bunca karışık, sıkışık, sıkıntılı İstanbul Coğrafyası'nda, onu 2011 yılından kopartıp 500 yıl öncesindeki haliyle gösterebilmek elbette olanaksız. Ama en azından bazı "iz"leri sizlere taşıyabilirsem ne mutlu bana...

Çıkış noktası olarak beni bu işe ilk yönlendiren Abidin Dino'nun Sinan adlı küçücük düşsel romanı oldu:

Sinan’ın doğduğu, çocukluğunu yaşadığı topraklara yaklaşık 450 yıl sonra sürgün olarak giden Abidin, orada “Sinan’ın henüz çocuk ve Süleymaniye’nin henüz boy vermediği çağı” düşler: “Orta Anadolu’da bir köylü çocuk çamura bata çıka yürüyordu. Talas’ın bağları geride kalmış, Sinan, Derindere’ye yol almıştı. Aklından Hond medresesinin kapı nakışlarını geçiriyordu. Bir gün, acep, daha iyisini yapabilir miydi? Niçin yapamasın, taş olduktan sonra her şey yapılır!” Sürgününden yaklaşık kırk yıl sonra da Paris’te, düşlediği ve Sinan’a yakıştırdığı yaşamı işte böylece sözcüklere dökmüştü Abidin. Bir roman değil okuyacağınız. Ama gelmiş geçmiş en büyük mimarlardan birinin, yüzyıllar sonra has bir sanatçı tarafından düşlenen ve bizlere anlatılan yaşam öyküsü. Ki hayali cihan değer.


Çekül; çevre ve kültür varlıklarımıza sahip çıkmak konusunda gösterdiği duyarlı yaklaşımı "Sinan'a Saygı" projesinde de devam ettiriyor ve bu konuda gerçekten çok titiz çalışmalara imza atıyor. Gelin

http://www.sinanasaygi.org/

adlı web sitelerinde bu konuda yazdıkları birkaç satıra hızlıca göz atalım:


OSMANLI’NIN SİNAN SINIRLARINI ÇİZİYORUZ...

Sinan’a saygı bu topraklara bizi bağlayan değerlerin en önemlilerinden biri; ancak bizler Sinan’a saygıda yıllardır kusur ediyoruz. ÇEKÜL Vakfı, 1990 yılında yoğun birikiminin ışığında, Sinan’ın adının ve eserlerinin çevresindeki sorunlar sarmalını aşmak, Sinan’ın mirasına saygıyı egemen kılmak için, Ağırnas’tan başlayan onun yaşamının izlerini ürettikleriyle buluşturan uzun bir yürüyüşe çıktı. Ortak duyarlılıklar, ÇEKÜL Vakfı çatısı altında eyleme dönüştü ve bu uzun yürüyüşte atılan tüm adımlarda, Sinan’ın simge değerinden yararlanarak, mimarlık mirası başta olmak üzere tüm kültürel değerlere duyarlılığı arttırmak amaçlandı.

PROJENİN 2008 YILINA KADAR AŞAMALARI
Sinan’a Saygı Gezileri ve Sinan Eserleri Envanteri :
Sinan’a Saygı’nın ilk adımlarından biri, Sinan eserlerini saracak toplumsal bilinç ve sahiplilik duygusunu yaratmaya çalışmak oldu. ÇEKÜL Gençlik Birimi, temsilciliklerin desteği ile envanter ve toplumsal bilinç oluşturulması sorumluluğunu üstlendi. Bu amaca yönelik olarak, 1998 yılında başlayan Sinan’a Saygı Gezileri, bizi İstanbul’da ve Trakya’da Sinan eserlerine taşıdı. 


Vaktiniz olduğunda Çekül Vakfının bu web sitesini gezmenizi önemle tavsiye ederim.  Koca Sinan'ı bilmek, onun eserlerinin farkında olmak biz İstanbul'lular için olduğu kadar tüm Anadolu ve hatta Rumeli ve Balkanlar için büyük bir mutluluk sanırım.


Çekül Vakfı Sinan'a saygı projesi kapsamında, gerçekleştirdikleri pek çok çalışmanın yanı sıra, çok emek vererek yaptıkları bir çalışma neticesinde 3 önemli Sinan eserleri haritasını bu konuya ilgi duyan Sinan severlere ulaştırmaya çalıştı. 

Mimar Sinan Eserleri İstanbul ve Trakya Gezi Haritaları
Sinan’a Saygı Projesi’nin ilk adımı olarak başlayan Sinan’a Saygı Gezileri, 2006 yılı içinde yeni bir boyut kazandı. ÇEKÜL Bölge Temsilcileri’nin desteğiyle Mimar Sinan Envanteri’nin ölçeğini İstanbul’dan Anadolu’ya, Trakya’ya, ve ulusal sınırlar dışına taşındı. Sinan’ın eserlerini sistemli olarak fotoğraflanmaya, günümüzdeki durumlarını belgelenmeye devam ederken, on beş yıllık Mimar Sinan Envanteri birikimi de gezi haritalarına dönüşmeye başladı. İlk olarak, Mimar Sinan Eserleri İstanbul Gezi Haritası ve Mimar Sinan Eserleri Trakya Gezi Haritası 2007 yılı başında yayımlandı.

Çekül Vakfının 2007 yılında yayınlayarak ücretsiz dağıttığı bu haritalar şimdi yeniden elden geçiyor ve yeni basım için hazırlanıyor. Bu noktada Sinan'a Saygı Projesinde çok titiz çalışmalara imza atan sevgili Ahmet Sezgin hocamız ve Zeynep Biçer hanım'ın bu çalışmalarına ben de elimden geldiğince İstanbul'daki Sinan eserlerini fotoğraflayarak katkıda bulunmaya çalıştım. 

Elbette Tüm Sinan Camileri'ni, Külliyeleri'ni, Medreselerini ve Türbeleri'ni, Su Kemerleri'ni fotoğraflayabilmek imkansız.

Bunun bir kaç nedeni var. Birincisi elbette zaman darlığı. O kadar geniş bir coğrafyada yayılmış halde ki tüm eserleri, hepsine tek tek gidebilmek ve o eserlerin ihtişamına uygun fotoğrafik çalışmalar yapmak için sanırım tüm seneyi alan bir zaman süreci gerekliydi. Ancak bu haritaların basım aşamasının sonunda haberdar olabildim ve artık neredeyse haritalar baskıya hazır halde Ajan's gönderilme mertebesindeyken elimden geldiğince hem bu baskı işini de aksatmamak ama diğer yandan da basılacak haritalarda yer alacak fotoğrafların elden geldiğince Sinan ihtişamına yakışır olabilmesi adına emek verdim. Açıkçası çok zamanım yoktu ve camiler, medreseler, türbeler, hatta su kemerleri tüm İstanbul coğrafyasının her bir yanındaydı.

Hepsini fotoğraflamayı başaramadım.  Yaklaşık 35 eser ile ilgili bazılarının iç ve dış, bazılarının sadece dış yüzeylerinden fotoğraflar üretebildim. Bir diğer önemli sorun ise elbette fotoğraf için izin almak. Pek çok caminin iç kısmında, hatta avlusunda deklanşöre basabilmeniz için güvenlik görevlilerine izin kağıdı vermeniz ve onların yazacakları tıutanağa imza atmanız gerekiyor. Çekül vakfı bunun için bana yardımcı oldu, bazı camileri kapsayan bir izin aldı ancak tüm camiler için geçerli olmadığından zaman zaman istediğim noktalarda fotoğraf çekemedim. 

Burada bitmeyecek elbet çalışmam. Bu haritalar basılsın. Bazı eserlerinin fotoğrafları benden olacak bazı eserlerinin fotoğrafları da Çekül Vakfı'nın bu konuda biriktirdiği fotoğraflardan tamamlanacak.

Ancak benim çalışmam bu harita ile sınırlı olmayacak. Ben çalışmaya devam edeceğim. Zaman içinde şu ana kadar fotoğraflayamadığım muhteşem Sinan eserlerine de ulaşmaya gayret edeceğim. Uzun vadeli bir çalışma ile belki daha güzel bir Sinan portfolyosu oluşturabilme şansım olabilir. Diğer eserleri çektikçe sizlerle paylaşmaya gayret edeceğim. 

Yazı dizimize ilk olarak Muheşem Süleynamiye'yi öne alarak başlamak istedim. Elbette Sinan'ın yaş kronolojisine uyarak da bir sınıflandırma yapmak mümkündü. Ama biraz daha "serbest" bir yaklaşımı izlemek istiyorum izin verirseniz. Fotoğraf çekerken heyecanımın maksimum noktaya çıktığı Sinan eserlerine öncelik vermek şu an için bana daha doğru gözüküyor.

Bu arada Beyoğlu Bilgi Belge Rotasının metnini sizlerle paylaşabilmem adına bana ulaştıran Zeynep hanım'a ve bu paylaşım konusunda hiç tereddüt etmeyeden bana izin veren Ahmet Sezgin hocamıza bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.

Aynı izni Sinan haritasının metinlerini sizlerle paylaşabilmem konusunda da verdiler. Buradan haraketle benim çektiğim fotoğraflar eşliğinde Çekül Vakfı Sinan'a Saygı Projesi Sinan Haritalarının metinlerini okuma fırsatı bulacaksınız.

Zaten çok yakında bu haritalar da baskıdan elimize ulaştığında, kolaylıkla onlara sahip olabileceksiniz.

İstanbul'lu fotoğrafseverleri özellikle ilgilendiren bu temel kaynağın bir an evvel elimize ulaşması dileğiyle.

Gelin Süleymaniye ile başlayalım. Muhteşem Süleymaniye ile...


" Süleymaniye Külliyesi
  (Süleymaniye-Eminönü, 1550-1557)

Vezneciler son durakta indikten sonra yaklaşık 200 m. uzaklıktadır. Tarihî İstanbul’un silüetini ve kimliğini oluşturan eşsiz parçalardan biridir. Boyutlarıyla Osmanlı İmparatorluğu tarihinin en önemli inşaat faaliyetlerinden biri olmasına rağmen, Kanuni’nin dindarlığına ve kişisel tercihlerine bağlı olsa gerek, genel olarak sade bir yapıdır. Cami ile ilgili pek çok sayının sembolik bir anlamı olduğu söylenir. Biri Efes’teki Artemis Tapınağı’ndan, ikisi Mısır’dan, biri de İstanbul’da bir dikilitaştan gelen ana dört sütununun İslam’ın dört halifesini temsil ettiği yazılmıştır. Sinan mimarisinde klasik üslubun kaynağı olan, kanonlarını ortaya çıkaran ve sonra gelen dönemleri etkileyen bir konumdadır. Evvel ve Sani Medreseleri, Süleymaniye Külliyesi’nin güneybatı sınırını oluşturan, planları ikiz medreselerdir. Adları olan Evvel ve Sani, Arapça birinci ve ikinci anlamına gelir. Eğimli bir arazi üzerinde inşa edilmiş yapıların Süleymaniye Camii’ne bakan cepheleri iki katlıdır. Zemin katları oluşturan hacimler bugün daha çok lokanta ve hediyelik eşya dükkânları olarak kullanılmaktadır. Dükkânlara göre üst kotta kalan avlulu kısımlar ise Süleymaniye Kütüphanesi olarak hizmet vermektedir. Salis ve Rabi Medreseleri, külliyenin Haliç cephesini oluşturan, yan yana ve eş planlı inşa edilmiş medreselerdir. Adları olan Rabi ve Salis, Arapça üçüncü ve dördüncü anlamına gelir. Sinan’ın klasik medrese planını Haliç’e bakan eğimli arazi için yeniden kurgulaması medreseler içinde eşsiz birer iç avlu ortaya çıkarmıştır.  Şu an iki medrese de kullanılmaktadır ve kısmen Süleymaniye Camii ile aralarındaki cadde boyunca derme çatma yapılar ile sarılmışlardır. Kanuni’nin türbesi Süleymaniye Camii'nin haziresinde yer alır. Sinan’ın yaptığı en özgün planlı türbelerden biridir. Sekizgen ve revaklı planı bazı yazarlarca Kubbetüssahra’ya sembolik bir gönderme olarak değerlendirilir. Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan’ın türbesi de hazirede yer alır. Dıştan sade görünümlü türbenin içi, 16. yüzyıl İznik çinilerinin en nadide örnekleriyle kaplanmıştır. Çinilerle bezenmiş parıltılı iç mekân, bir anlamda Hürrem Sultan’ın ihtiraslı yaşantısını hatırlatır.  1914-1983 yılları arasında Türk-İslam Eserleri Müzesi’ne ev sahipliği yapan imaret ise günümüzde lokanta olarak kullanılmaktadır. Sinan arazideki eğimden faydalanarak darüşşifa ve kervansarayı girişleri farklı sokaklara bakan bir bütün içinde tasarlamıştır.

Mektep, Evvel Medresesi’nin hemen yanına inşa edilmiştir. Bu mütevazi yapının üst katı bugün Süleymaniye Kütüphanesi’nce okuma salonu olarak kullanılmaktadır. Alt katta ise bir lokanta hizmet vermektedir.

Araştırmacılar arasında darülkurra ya da türbedar odası olduğu iddia edilen yapı, basit bir mimariye sahip. Darülhadis, külliye içindeki en ilginç plana sahip medreselerden biridir. Birbirine eklenerek uzayan medrese odaları bir treni andırır. Darülhadis ziyarete kapalı. Yapı geçirdiği onarımlar nedeniyle özgünlüğünü yitirmiş durumda.  Darütıbbı külliyenin en çok tahribe uğramış yapısıdır. Camiye bakan cephesi dışında tamamen yok olmuştur. Bu cepheyi oluşturan özgün yapı ve yıkılan kısımların üstüne yapılmış betonarme bölüm ile birlikte şu an “Süleymaniye Doğum ve Kadın Hastalıkları Hastanesi” olarak kullanılmaktadır. Dökmeciler ismiyle de bilinen hamam, Mimar Sinan'ın en etkileyici ve günümüzde en iyi durumdaki hamamlarından biridir.  Süleymaniye Külliyesi mensuplarınca için çifte hamam planında olduğu gibi ayrılmasına gerek duyulmamış.    ÇEKÜL MİMAR SİNAN ESERLERİ İSTANBUL GEZİ HARİTASINDAN "






Süleymaniye'nin boğaz'a bakan cephesi yaz mevsiminde sabah ışığı.  Öğle saatlerinden itibaren Güneşin çizdiği parabol caminin bu cephesinin üstüne yükseliyor ve neredeyse öğlen saatlerinden itibaren tepe aydınlatması ve hemen ardından ters ışığa geçiyor. Bu nedenle Eminönü'ne bakan cephesini, o tepenin üzerinde heybetle yükleselen Muhteşem Süleymaniye Mimarisi'ni anlatmak istiyorsanız sabah erken saatlerde Galata Köprüsü civarında olmanızı tavsiye ederim.

Elbette Süleymaniye'nin tepede heybetle İstanbul'a hükmettiği yerden, sahildeki Eminönü Yeni Camii ve yine bir Sinan şaheseri olan Rüstem Paşa Camisi ile oluşturduğu üçlü dengeyi algılamamak mümkün değil. Bu muhteşem üçlüyü şehir hatları vapurları ile tamamlayıp basit bir kadraj oluşturmak biz fotoğrafseverler için arşivlerimizde olması gereken işlerden birini yapmamız anlamına geliyor. Sizler İstanbul'u seven fotoğrafseverler olarak hala bu kareyi çekmediniz mi? Çekmek lazım. Şehrimizin ve yaşadığımız zaman diliminin "bellekçileri" olarak, ne kadar basit ve olağan da olsa bazı kareleri muhakkak arşivimize katmalıyız diye düşünüyorum.



Tam karşısındayız şu an. Aramızda masmavi boğazın rüzgarı ve yosun kokusu var. Hemen hemen tam cepheye yakın bir açıdan bakıyoruz. Dört mimaresini de algılayabileceğimiz bir açıdan elbette.  Bulutlara yükselmek ister gibi bakıyor bize değil mi. Muhtemelen zaten onların üzerindedir ruhu...




Elbette Kubbeler... Muhteşem Kubbeler.. Kubbelerin Mimarı ... 








 Ve dış çevreden birkaç kare:
















Ve akşam saatleri... Silüet başladı. Muhteşem Süleymaniye tüm ihtişamı ile İstanbul'un silüetine o hakim olduğu tepeden imzasını atıyor.



Gelmeliyiz. Yine gelmeliyiz sana. Seni fotoğraflamak için çok zaman harcamalıyız. Her bir detayında estetik yüklü ritmik kareler saklı adeta.

Işığın bize sunduğu güzelliklerini, doğru zamanlarda arşivlerimize katmalıyız.

Gelmeliyiz sana... Yine gelmeliyiz ... 

Bekle bizi Süleymaniye... " Bekle bizi İstanbul... "

Hakan Hatay 
09/09/2011